Probiyotik ve Prebiyotik Nedir?

Probiyotikler: Sindirim sistemimizde vücudumuzu hastalıklara karşı koruyan, sağlıklı yaşamamızda bize yardımcı olan bağırsaklarımızda doğal olarak bulunan canlı mikroorganizmalardır.

Prebiyotikler: Probiyotik bakterilerin enerji olarak kullanıp çoğalmalarını sağlayan ve etkinliğini olumlu yönde etkileyen besin maddeleridir.

Probiyotiklerin Görevleri: 

  • Bağışıklık sistemini güçlendirmek.
  • Yiyeceklerin hazmını kolaylaştırmak.
  • Vitaminlerin (K.vit, biyotin, B12, niyasin vb) sentezini yapmak.
  • Bağırsak duvarını zararlı maddelerden korumak ve bağırsak geçirgenliğini azaltmak.
  • Zararlı maddelerin (toksinlerin) kan dolaşımına geçmesini engellemek.
  • Besin allerjilerini ve ekzemayı önlemek.
  • Kronik enflamatuar (iltihabi) hastalıkların oluşumunu engellemek.
  • Kanseri önlemek.
  • Yaşlanmayı yavaşlatmak.
  • Depresyonu hafifletmek.
  • Otizm bulgularını hafifletmek.
  • İshali önlemek tedavi etmek.
  • İdrar yolu iltihaplarını önlemek.
  • Kabızlığı tedavi etmek.
  • Böbrek taşlarının oluşumunu azaltmak.

Prebiyotiklerin Görevleri :
Probiyotik bakterilerin çoğalmasını sağlamak, aynı zamanda kişinin sağlığını iyileştirmek.
Probiyotik besinler: Mayalı ürünler = Ev yapımı yoğurt, ev yapımı kefir, peynir, lahana turşusu, sirke, tarhana, ekşi mayalı ekmek.
Prebiyotik besinler: Soğan, sarmısak, pırasa, fasülye, nohut gibi baklagiller, enginar, muz.

PROBİYOTİKLER ve PREBİYOTİKLER NİÇİN ÖNEMLİ

İnsanoğlu var olduğundan beri tabiat denen bir ortamda diğer canlılar ile birlikte yaşar. Sindirim sistem insanoğlunun dış dünya ile ilişkisini sağlayan sistemdir. Aslında içimizdir ama gerçekte dışımız veya içimizdeki “evren”dir. Ağız yolu ile aldığımız yiyecek ve içeceklerle aynı zamanda tabiatın görünmeyen canlıları olan bakterileri de sindirim sistemimize iletmiş oluruz. Bunların çoğu DOST BAKTERİLERdir. Mide asiti, safra ve pankreas salgılarından etkilenmeden sağ salim yoluna devam edebilenler sindirim sisteminde bizler ile birlikte yaşamaya başlar ve adeta bizim bir parçamız olurlar.

Bu dost bakteriler tıpkı vücudumuzun diğer elemanları gibi, örneğin lökositler-eritrositler gibi yıkılır veya ölürler, yerine yenileri gelir. Yeme ve içme işlemi süreklilik gösterdiği için yerine yenileri gelerek organizmanın önemli sakinleri olarak bizler ile yaşamaya devam ederler. Sayıları vücudumuzdaki toplam hücrelerin 10-100 katı kadardır. Bu sayıdaki bakterilerin sindirim sistemindeki ağırlığı toplam 1-1,5 kg kadardır. Aristo der ki: “Tabiatta her şeyin bir nedeni vardır.”

Şimdi Aristo’nun dediği gibi düşünmek gerekirse bu kadar bakterinin burada ne işi var? Bizleri kusursuz programlayan tabiat gereksiz yere bu kadar bakteriyi buraya yerleştirir mi? Yerleştirdi ise niye? Yeterli miktarlarda alındıklarında sağlıklı yaşayabilmemizi, hastalıklardan korunmamızı sağlayan ve tedavide bize yardımcı olan bu bakterilere PROBİYOTİK BAKTERİ diyoruz. Bu bakteriler steril kabul edilen yenidoğana nasıl geçiyor? Doğum tabiatın öngördüğü yol yani vajinal yol ile gerçekleştiğinde annenin kolon ve vajen florasına ait tüm bakterileri çocuk ağız yoluyla almış olur. Bunlar anneye ait flora bakterileridir. İçindeki kimi bakteriler yeni doğmuş bebek için risk yaratabilir. Şayet anne bebeğini en kısa süre içinde emzirmeye başlar ise anne sütünde yüksek miktarlarda bulunan probiyotikler kolondaki bu bakteriler bir takım süreçlerden geçerek bu bakterilerden sadece çocuğa o yaşta gerekli olanlar hızla çoğalmaya başlar, ilk haftanın sonunda floranın %70-80’ine egemen olurlar. Çocuk için riskli olabilecek bakteriler ise baskılanır ve sayıları minimuma indirilirler. Böyle olmadığı durumlarda yani bebek sezaryen ile doğurtulduğunda ve “anne sütü gelmedi, bebek aç kalıyor” diye erkenden formül sütlerle beslendiğinde tabiatın programladığı sağlıklı yaşam programı istenildiği gibi işlemeyecek veya etkinliği çok az olacaktır. İşte bu yüzdendir ki biz bu bebeklerde daha sık alerjik ve otoimmün hastalıklar (kronik hastalıklar) ve ilk yaşlarda daha çok infeksiyöz hastalıklar görmekteyiz. Literatürde bununla ilgili birçok çalışma vardır. Bu bebeklerde besin alerjileri, astım, sindirim sistemi başta olmak üzere tüm sistemik infeksiyon hastalıkları, diyabet, çölyak ve diğer otoimmün hastalıkları (kolitis ülseroza, crohn hastalığı, multipl skleroz vb) ve kanser daha sık görülmektedir.

Ya ileriki yaşlarda? Bu doğal programa uysak bile yiyecek ve içecekler ile aldığımız raf ömrünü uzatmak için eklenen katkı maddeleri, kimyasallar ve antibiyotiklerin yanı sıra özellikle organizmanın gelişim sürecinin en hızlı olduğu 0-2 yaş başta olmak üzere tüm hayatımız boyunca aldığımız gereksiz antibiyotikler ile bu dost ve faydalı bakterileri farkına varmadan öldürüyor ve tabiatın yarattığı bu sağlıklı yaşam zincirine sürekli darbe vurarak sistemi bozmak için uğraşmış oluyoruz. Sayıları giderek artan veya yükselişleri bir türlü önlenemeyen otoimmün hastalıklar ve kanserin ortaya çıkışında gelişememiş ve bozulmuş mikrobiyatanın rolü var mıdır?

Bence insanoğlu kendi egosu için tabiatın dengesini bozmuştur ve bozmaya da devam etmektedir. Yiyecek ve içecek olarak tükettiklerimize bakacak olursak çoğu veya neredeyse tamamı doğal değildir. Hepsinde koruyucu veya kimyasal katkı maddesi vardır. Bu tarz beslenmenin egemen olduğu büyük kentlerimizde bu kronik süreçli otoimmün hastalıklar ve kanser giderek artmaktadır.

Bu nedenle öncelikle sağlıklı bir yaşam ve hastalıkların tedavisinde probiyotik bakterilerin yeri tartışılmaz bir konuma gelmektedir. Sağlıklı yaşam adına programlanmış insanoğlu şayet vajinal yol ile dünyaya gelir ( birinci basamak) anne sütü ile beslenir ( ikinci basamak) tamamlayıcı beslenme döneminden itibaren doğal prebiyotik ve probiyotikleri günlük menülerinde tüketir ( üçüncü basamak) ve probiyotik bakterilerin zarar görebileceği antibiyotik, radyasyon, toksik materyal vs ile karşılaştığında doğal veya yapay probiyotik bakteriler ile mikrobiyatasını yeniden zenginleştirmeyi düşünür ve bunu gerçekleştirir ise (dördüncü basamak) sağlıklı yaşam adına gerekenleri yapmış olur. Probiyotik bakterilerden ve onların besini olan prebiyotiklerden zengin menüleri tercih eden, olabildiğince mevsiminde ve doğal beslenenler daha sağlıklı yaşayacaklardır.

Koşullar nedeni ile probiyotikli doğal ürünlere ulaşamayan veya almakta olduğu ürünlerin probiyotik bakterilere zarar verdiğini düşünenler probiyotik preparatlardan yararlanabilirler. Preparatlar açısından yaş,cins,ırk ve kullanım süreleri açısından hiçbir sakınca yoktur.